Lise yıllarının unutulmaz anıları aklıma
geldikçe hem güldürüyor, hem hüzünlendiriyor. Ne deli dolu günler, ne çılgın
çatlak olaylar yaşamışız… Hey gidi günler hey…
(Burada görüntü buzlanıp dalgalanıyor).
Hastanede birikmiş dosyaları kaydedip
arşivlemem gerekiyor ve şeflerin ikisi de ortalarda yoklar. Biri öğleden sonra izin
alıp gitmiş, öbürü kim bilir nerede kahve içip fal baktırma derdinde. Masada hükmünü
süren telefon cayır cayır çığırıyor. Sedef’in heyecanlı sesi kulak zarımı
cırıyor, söyledikleri sinirimi… Hastanenin stajyer aklı evvelleri günlerdir
beynimi yiyorlar, ruh çağıralım diye. Yeak yea! Beni hiç saymayın diyorum,
evdekilerle başım dertte zaten bir de ruh muh çıkaramam başıma.
Bakıyorlar benden hayır yok aralarında
anlaşıp Mösyö Levent’in önderliğinde ruh çağırma seansı düzenlemeye karar
vermişler. Mösyö Levent, Fransa’dan gelmiş, elektrikli her şeyi bızıklamasıyla
ünlü. Tamir bakım bölümünde stajda güya, ama ya döner sermayedeki kızlarla
takılıyor, ya da arşivdeki Yürek Yemiş Cihan’la. Hele morgda kısılıp kalma
olayından sonra namı yerin dibine girmiş olan Cihan tutturuyor ille de o ruh
buraya gelecek diye…
Bir saat kadar sonra telefon yine çalıyor ve dehşetle
çınlayan sesler karmakarışık ciyaklıyor, telefonda canlı dehşet sineması
yayınlıyorlar. Elim ayağım çöpleşiyor, ne yapacağımı şaşırıyorum. Nerede
olduklarını soruyorum ama cevap verene aşk olsun. Fıtı fıtı dolanıyorum
hastanenin kıyı bucağını. Önce karantina koğuşuna bakıyorum, yıllardır hasta
girmediği için bomboş, ama her zaman hazır durumda.
Oradan tamir bakım atölyesine gidiyorum ama
orası panayır yeri gibi, hastanenin yarısı orada, ben de neden geldiğimi
açıklayabilmek için ilk aklıma geleni söylüyorum. Çalıştığım odanın anahtarını
kaybettim, yenisi lâzım. Hemen ellerindeki yedekten bir kopya yapıp elime veriyorlar
ama bir on dakika kaybediyorum.
Hastane yardımlaşma derneğine bir bakayım
derken mahkum koğuşunun penceresine abanmış sırıktan hallice bir oğlanı görünce
şaşırıyorum.Elindeki sonradan laser olduğunu öğrendiğim kırmızı ışığı
pencereden içeri yansıtıyor. Herifin bir de erketesi var, yaklaştığımda beni
kolumdan tutup eliyle sus işareti yapıyor.Mahkum koğuşunun penceresinden
çığlıklar göklere merdiven kuruyor…
Kolumu kurtarmaya çalışıyorum, erkete bırakmıyor,
bu sefer de ben dışarıda basıyorum feryadı. Erkete bırakır bırakmaz da koğuşun
kapısına asılıyorum ama kapı açılmıyor, kilitli. Zorluyorum, içeri
sesleniyorum. İçeriden daha büyük bir şamata yükseliyor. Benim mahkûm koğuşuna
hücumumu gören santralde görevli engelli kadrosundan Ekrem ağabey de katılıyor
bana.
Erkete cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı
açar açmaz tüyüyor, diğeri de onu taklit ediyor. İçeri girdiğimizde gördüğümüz
manzara karşısında ne yapacağımızı şaşırıyoruz.
Kadriye, Serpil, Sema ve Döndü koğuşun
pencereli duvarının dibinde kış uykusundaki ayı yavruları gibi birbirlerine
yapışmışlar, yüzleri sapsarı, gözleri fincan gibi açık karşıki duvara
bakıyorlar. Cihan, tir tir titreyen ellerini açmış, dizleri tutmadığı için
oturduğu yerde küçük, sarı, yapay bir göl içinde ne dua edebiliyor, ne duadan
vaz geçebiliyor… Sinan, Cihan’la az uğraşmamıştı morg olayından sonra,
elleriyle kulaklarını tutmuş, duvara tos vurup duruyor. Fikret’le Alay, namazda
secde pozisyonunda bağıra çağıra aynı anda farklı duaları okuyorlar,
birbirlerinin sesinden etkilenip duaları birbirine karıştırıyorlar. En beter
durumdaki Mösyö Levent. Yerde, alçak bir sehpanın üzerine kapanmış, saçları
dimdik, kasılıp gevşiyor, yüzü bir tuhaf renge bürünmüş, garip garip
mırıldanıyor, kah çığlık atıyor, kah tırıl tırıl söyleniyor. Ne yapayım diye
etrafa bakınırken, Ekrem ağabey Mösyö Leventi tutar tutmaz kirpiye dönüyor,
başlıyor:
“C-c-ca-ca-c-calimer- oooooo” daha fazla
dayanamayan Mösyö Levent kahkahayı basıyor doğrulup otururken. Bir elinde
tuttuğu fişi sallayarak gösteriyor. Duvar
dibindeki kızlar ağlayarak yerlerinden kalkıyorlar ama o kadar titriyorlar ki
yeniden çöküyorlar oldukları yere. Yarım saat sonra Mösyö Levent önde, ıslak
pantolonuyla Cihan arkada hastanenin otoparkında yarış atı gibi turlayıp
duruyorlar.
İşin iç yüzünü öğle yemeği arasında kantinde
hastane personelinin büyük kısmı önünde anlatıyor Mösyö Levent.
Toplanıp mahkûm koğuşunda önce oturma düzeni
için, sonra da ruhu kim çağıracak diye patırdıyorlar. Ruh çağırma seansına
başlıyorlar. Başta bir şey olmuyor. Sonra bir kapıya, bir pencereye vurulmaya
başlıyor.
Hepsi mirketler gibi şöyle bir dikilip ne olduğunu anlaya çalışıyorlar. Pencere yüksek olduğu için içeriden dışarıda ne olduğu görünmüyor. Sonra
kapının altından içeriye duman gelmeye başlayınca bunlar korkup kapıya
yöneliyorlar ama kapı dışarıdan kilitli. Yetmezmiş gibi kıpkırmızı bir ışık
duvarlarda, bunların üstünde dolaşmaya başlıyor. İşte feryatlar da o zaman
başlıyor. Mösyö Levent masanın üzerindekileri dağıtırken birden saçları
dikiliyor, gözleri dönüyor, titreyip kasılıyor… Bu sıralarda da Cihan yapay
gölü ortaya koyuyor.
Bizimkiler tutturunca ruh çağıralım diye
Mösyö Levent reddediyor, inanmadığını söylüyor, diğerleri de onunla korkak diye
alay ediyorlar. O da iyi madem diye kabul ediyor ve başlıyor çalışmaya. Önce
hastanenin mahkûm odasını ayarlıyor, okuldan iki arkadaşını da alıp getiriyor
ve kantinde saklıyor. Mösyö Levent’in arkadaşları bunlar içeri girip de
yerleşmeye çalışırken kapıyı sessizce kilitliyorlar, belli aralıklarla sırayla
kapıyı pencereyi dövüyorlar. Mösyö Levent’in Fransa’dan getirdiği laseri
duvarlara, içerdekilerin üstlerine doğru tutuyorlar. Kırmızı ışığı gören kapıyı
tırmalamaya başlıyor, ama kapı metal… Ben geldiğimde Mösyö Levent de oyunun sonuna
gelmiş, elektrikli bir mekanizma sayesinde çarpılma rolünü oynuyormuş. Bu iş
için de elektrik bilgilerini kullanmak yerine okuldaki bir stajyer öğretmenden yardım
almışlar.
Kızlar bir hafta uçuklamış dudaklarla
gezdiler. Oğlanlarsa, “Hiç birimiz Cihan kadar salmadık ya!” diye sataşanları
kovaladılar. Olan zavallı Cihan’a oldu. Kurtarmak için uğraştığı gururu tamamen
ayaklar altında paspas oldu.
Hahahhaha,sizin lise dönemi bo axiyonlu,korkulu,bilim kurgulu film gibi geçmiş yahu.Her yazdığın olay başka bir alem.Vah zavallılar,ömrü billah bir daha bulaşmamışlardır bu işlere,hahahahahaaa
YanıtlaSilEeee, okuldaki fırlamaların yarısı aynı sınıfta toplanınca kaçınılmaz sonuç böyle oluyor. Benim bildiğim düşünenleri bile vaz geçiriyorlardı :D
Sil:))))))))))))))))) Lise bitene kadar gülerek gezmişindir eminim bundan sonra.
YanıtlaSilLisede çağrılırdı evet. Toplanırlardı evlerde filan. Moda mıydı neydi :))))
Gülmek için bunları anımsamaya gerek yoku ki; her dakika bir şeyler oluyordu. Bir de bizde öyle bir birlik vardı ki, biri bir şey yapsa diğerleri ucundan kenarından illa ki bulaşıyordu :)))))))))))
SilHahaha abla ya :) şimdiden özledim lise yıllarımı bu sene mezun oldum şimdi de üniversite ama o lise yılları gibi olmayacağını biliyorum
YanıtlaSilGayet komikmis ben de böyle şeylerden korkarım önce okusam mi okumasam mi diye tereddüt yaşadım sonunda okudum iyi ki de okumusum çok güldüm :)
Korkmaktan ziyade vakitsizlikten bulaşmazdım ben. Benim yazılarımda korku unsuru pek olmaz, gönül rahatlığıyla okuyabilirsin :D
SilLisede biz de baya ruhlar alemine dalmıştık :)
YanıtlaSilBizim dönemlerde dalmayan var mıydı ki? Evde kadınlar günlerinde bile yapar olmuştu bir ara :)
SilDemek lise yıllarında hepimize birşeyler olmuş. Ruhlar alemine merak sarmışız :)) Bir ben değilmişim, bunu bilmek güzel :) Kahve fincanını ters çevirip ruh çağırma seansı en bilineni. Biz birde çay kaşıklarını kağıtlara sarıp yan yana dizerdik. Ellerimizi üzerlerine kapatıp bir şeyler söylerdik... Nelerle uğraşıyormuşuz, tamamen merak işte. Eski günlere götürdün beni sevgili Calimero. Epey güldüm sağolasın güzel can :)
YanıtlaSilSevgi ve selam ile.
Hehehehheee! fincanlar, çay kaşıkları üretiliş amacı için bile daha az kullanılıyordu o dönemde :D
Silayyy biz de tahta ile ruh çağırmıştık ama gelmemişti. ama senin bu anın gerçek olamayacak kadar komik. hababam sınıfı gibi valla :)
YanıtlaSilHehehee! bir sürü yöntem vardı ruh çağırmak için. Zaten yaşadığımızen uç olay buydu. Mösyö Levent Yediği onca fırçadan sonra bir daha tövbe etti. :D
SilHahhaaaha! Süpersin! Nerelere götürdün beni. Hay sen çok yaşa e mi. :D
YanıtlaSilSevgiler...
Hahahahaaa! Anıları paylaşmak zevk veriyor :D
SilYa gülmekten bana birşey oldu, hatta kardeşime bile okudum karnımızı tuta tuta güldük :D
YanıtlaSilAman, dikkat, sonra ailelerinize ne hesap veririm ben? O kadar da gülmeyin canım :D
SilSen var ya çok tatlı bir kadınsın hep gül ve güldür sen...
YanıtlaSilÇok güldüm,Cihan'nın sonu ne oldu merak ediyorum ya .yazarsın bir gün onuda.
Sevgilerimi ruhlarımla göndereyim bari...
Öpüldünüz.
Eneeem! Ben okulda bulaşmamışım ruhlara, şimdi başıma sardın ya! Oy ben nerelere gideyim, başımı hangi taşlara vurayım? Hahahaha! Ben de seni öpüyorum canım benim. Namı diğer Islak Cihan için şu kadarını söyliyeyim: Staj bitsin adımımı atarsam şerefsizim dediği hastanede ambulans şoförü olarak yıllarca çalıştı.
SilMerhabaa
YanıtlaSilOkurken sürekli güldüğüm bir yazıydı gerçekten😊 benim bloguma da uğrarsan sevinirim
Merhaba! Hoş geldin :) Gülmek güzeldir, güldürmek daha güzel :D
Silbir önceki bir sonraki yazına nerden geçiyoooz nasıl geçiyoooz bulamadım kiiii :)
YanıtlaSilSayfanın en altında pembe kutuya bakıver cicim :D
SilGece gece baya güldüm valla :) Mösyö Levent e alkışşş :) Herkes almış boyunun ölçüsünü :)))
YanıtlaSilMösyö Levent sadecesınıfın değil, bütün okulun en fırlamasıydı :D
Sil