3 Eylül 2016 Cumartesi

Ey Ruuuh, Geldiyseeen...

Lise yıllarının unutulmaz anıları aklıma geldikçe hem güldürüyor, hem hüzünlendiriyor. Ne deli dolu günler, ne çılgın çatlak olaylar yaşamışız… Hey gidi günler hey…
(Burada görüntü buzlanıp dalgalanıyor).
Hastanede birikmiş dosyaları kaydedip arşivlemem gerekiyor ve şeflerin ikisi de ortalarda yoklar. Biri öğleden sonra izin alıp gitmiş, öbürü kim bilir nerede kahve içip fal baktırma derdinde. Masada hükmünü süren telefon cayır cayır çığırıyor. Sedef’in heyecanlı sesi kulak zarımı cırıyor, söyledikleri sinirimi… Hastanenin stajyer aklı evvelleri günlerdir beynimi yiyorlar, ruh çağıralım diye. Yeak yea! Beni hiç saymayın diyorum, evdekilerle başım dertte zaten bir de ruh muh çıkaramam başıma.
Bakıyorlar benden hayır yok aralarında anlaşıp Mösyö Levent’in önderliğinde ruh çağırma seansı düzenlemeye karar vermişler. Mösyö Levent, Fransa’dan gelmiş, elektrikli her şeyi bızıklamasıyla ünlü. Tamir bakım bölümünde stajda güya, ama ya döner sermayedeki kızlarla takılıyor, ya da arşivdeki Yürek Yemiş Cihan’la. Hele morgda kısılıp kalma olayından sonra namı yerin dibine girmiş olan Cihan tutturuyor ille de o ruh buraya gelecek diye…
Bir saat kadar sonra telefon yine çalıyor ve dehşetle çınlayan sesler karmakarışık ciyaklıyor, telefonda canlı dehşet sineması yayınlıyorlar. Elim ayağım çöpleşiyor, ne yapacağımı şaşırıyorum. Nerede olduklarını soruyorum ama cevap verene aşk olsun. Fıtı fıtı dolanıyorum hastanenin kıyı bucağını. Önce karantina koğuşuna bakıyorum, yıllardır hasta girmediği için bomboş, ama her zaman hazır durumda.
Oradan tamir bakım atölyesine gidiyorum ama orası panayır yeri gibi, hastanenin yarısı orada, ben de neden geldiğimi açıklayabilmek için ilk aklıma geleni söylüyorum. Çalıştığım odanın anahtarını kaybettim, yenisi lâzım. Hemen ellerindeki yedekten bir kopya yapıp elime veriyorlar ama bir on dakika kaybediyorum.
Hastane yardımlaşma derneğine bir bakayım derken mahkum koğuşunun penceresine abanmış sırıktan hallice bir oğlanı görünce şaşırıyorum.Elindeki sonradan laser olduğunu öğrendiğim kırmızı ışığı pencereden içeri yansıtıyor. Herifin bir de erketesi var, yaklaştığımda beni kolumdan tutup eliyle sus işareti yapıyor.Mahkum koğuşunun penceresinden çığlıklar göklere merdiven kuruyor…
Kolumu kurtarmaya çalışıyorum, erkete bırakmıyor, bu sefer de ben dışarıda basıyorum feryadı. Erkete bırakır bırakmaz da koğuşun kapısına asılıyorum ama kapı açılmıyor, kilitli. Zorluyorum, içeri sesleniyorum. İçeriden daha büyük bir şamata yükseliyor. Benim mahkûm koğuşuna hücumumu gören santralde görevli engelli kadrosundan Ekrem ağabey de katılıyor bana.
Erkete cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı açar açmaz tüyüyor, diğeri de onu taklit ediyor. İçeri girdiğimizde gördüğümüz manzara karşısında ne yapacağımızı şaşırıyoruz.
Kadriye, Serpil, Sema ve Döndü koğuşun pencereli duvarının dibinde kış uykusundaki ayı yavruları gibi birbirlerine yapışmışlar, yüzleri sapsarı, gözleri fincan gibi açık karşıki duvara bakıyorlar. Cihan, tir tir titreyen ellerini açmış, dizleri tutmadığı için oturduğu yerde küçük, sarı, yapay bir göl içinde ne dua edebiliyor, ne duadan vaz geçebiliyor… Sinan, Cihan’la az uğraşmamıştı morg olayından sonra, elleriyle kulaklarını tutmuş, duvara tos vurup duruyor. Fikret’le Alay, namazda secde pozisyonunda bağıra çağıra aynı anda farklı duaları okuyorlar, birbirlerinin sesinden etkilenip duaları birbirine karıştırıyorlar. En beter durumdaki Mösyö Levent. Yerde, alçak bir sehpanın üzerine kapanmış, saçları dimdik, kasılıp gevşiyor, yüzü bir tuhaf renge bürünmüş, garip garip mırıldanıyor, kah çığlık atıyor, kah tırıl tırıl söyleniyor. Ne yapayım diye etrafa bakınırken, Ekrem ağabey Mösyö Leventi tutar tutmaz kirpiye dönüyor, başlıyor:


“C-c-ca-ca-c-calimer- oooooo” daha fazla dayanamayan Mösyö Levent kahkahayı basıyor doğrulup otururken. Bir elinde tuttuğu  fişi sallayarak gösteriyor. Duvar dibindeki kızlar ağlayarak yerlerinden kalkıyorlar ama o kadar titriyorlar ki yeniden çöküyorlar oldukları yere. Yarım saat sonra Mösyö Levent önde, ıslak pantolonuyla Cihan arkada hastanenin otoparkında yarış atı gibi turlayıp duruyorlar.  
İşin iç yüzünü öğle yemeği arasında kantinde hastane personelinin büyük kısmı önünde anlatıyor Mösyö Levent.
Toplanıp mahkûm koğuşunda önce oturma düzeni için, sonra da ruhu kim çağıracak diye patırdıyorlar. Ruh çağırma seansına başlıyorlar. Başta bir şey olmuyor. Sonra bir kapıya, bir pencereye vurulmaya başlıyor.
Hepsi mirketler gibi şöyle bir dikilip ne olduğunu anlaya çalışıyorlar. Pencere yüksek olduğu için içeriden dışarıda ne olduğu görünmüyor. Sonra kapının altından içeriye duman gelmeye başlayınca bunlar korkup kapıya yöneliyorlar ama kapı dışarıdan kilitli. Yetmezmiş gibi kıpkırmızı bir ışık duvarlarda, bunların üstünde dolaşmaya başlıyor. İşte feryatlar da o zaman başlıyor. Mösyö Levent masanın üzerindekileri dağıtırken birden saçları dikiliyor, gözleri dönüyor, titreyip kasılıyor… Bu sıralarda da Cihan yapay gölü ortaya koyuyor.
Bizimkiler tutturunca ruh çağıralım diye Mösyö Levent reddediyor, inanmadığını söylüyor, diğerleri de onunla korkak diye alay ediyorlar. O da iyi madem diye kabul ediyor ve başlıyor çalışmaya. Önce hastanenin mahkûm odasını ayarlıyor, okuldan iki arkadaşını da alıp getiriyor ve kantinde saklıyor. Mösyö Levent’in arkadaşları bunlar içeri girip de yerleşmeye çalışırken kapıyı sessizce kilitliyorlar, belli aralıklarla sırayla kapıyı pencereyi dövüyorlar. Mösyö Levent’in Fransa’dan getirdiği laseri duvarlara, içerdekilerin üstlerine doğru tutuyorlar. Kırmızı ışığı gören kapıyı tırmalamaya başlıyor, ama kapı metal…  Ben geldiğimde Mösyö Levent de oyunun sonuna gelmiş, elektrikli bir mekanizma sayesinde çarpılma rolünü oynuyormuş. Bu iş için de elektrik bilgilerini kullanmak yerine okuldaki bir stajyer öğretmenden yardım almışlar.
Kızlar bir hafta uçuklamış dudaklarla gezdiler. Oğlanlarsa, “Hiç birimiz Cihan kadar salmadık ya!” diye sataşanları kovaladılar. Olan zavallı Cihan’a oldu. Kurtarmak için uğraştığı gururu tamamen ayaklar altında paspas oldu.



Yaşadığım deneyimlerden sonra hayatı ti’ye almayı alışkanlık haline getiren, öğrendiğimden beri okumayı, lisedeki edebiyat öğretmenimin telkinlerinden sonra yazmayı hayatımın bir parçası yapmayı görev edinmiş bir faniyim.
BENZER YAYINLAR

24 yorum:

  1. Hahahhaha,sizin lise dönemi bo axiyonlu,korkulu,bilim kurgulu film gibi geçmiş yahu.Her yazdığın olay başka bir alem.Vah zavallılar,ömrü billah bir daha bulaşmamışlardır bu işlere,hahahahahaaa

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Eeee, okuldaki fırlamaların yarısı aynı sınıfta toplanınca kaçınılmaz sonuç böyle oluyor. Benim bildiğim düşünenleri bile vaz geçiriyorlardı :D

      Sil
  2. :))))))))))))))))) Lise bitene kadar gülerek gezmişindir eminim bundan sonra.

    Lisede çağrılırdı evet. Toplanırlardı evlerde filan. Moda mıydı neydi :))))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gülmek için bunları anımsamaya gerek yoku ki; her dakika bir şeyler oluyordu. Bir de bizde öyle bir birlik vardı ki, biri bir şey yapsa diğerleri ucundan kenarından illa ki bulaşıyordu :)))))))))))

      Sil
  3. Hahaha abla ya :) şimdiden özledim lise yıllarımı bu sene mezun oldum şimdi de üniversite ama o lise yılları gibi olmayacağını biliyorum
    Gayet komikmis ben de böyle şeylerden korkarım önce okusam mi okumasam mi diye tereddüt yaşadım sonunda okudum iyi ki de okumusum çok güldüm :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Korkmaktan ziyade vakitsizlikten bulaşmazdım ben. Benim yazılarımda korku unsuru pek olmaz, gönül rahatlığıyla okuyabilirsin :D

      Sil
  4. Lisede biz de baya ruhlar alemine dalmıştık :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bizim dönemlerde dalmayan var mıydı ki? Evde kadınlar günlerinde bile yapar olmuştu bir ara :)

      Sil
  5. Demek lise yıllarında hepimize birşeyler olmuş. Ruhlar alemine merak sarmışız :)) Bir ben değilmişim, bunu bilmek güzel :) Kahve fincanını ters çevirip ruh çağırma seansı en bilineni. Biz birde çay kaşıklarını kağıtlara sarıp yan yana dizerdik. Ellerimizi üzerlerine kapatıp bir şeyler söylerdik... Nelerle uğraşıyormuşuz, tamamen merak işte. Eski günlere götürdün beni sevgili Calimero. Epey güldüm sağolasın güzel can :)

    Sevgi ve selam ile.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hehehehheee! fincanlar, çay kaşıkları üretiliş amacı için bile daha az kullanılıyordu o dönemde :D

      Sil
  6. ayyy biz de tahta ile ruh çağırmıştık ama gelmemişti. ama senin bu anın gerçek olamayacak kadar komik. hababam sınıfı gibi valla :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hehehee! bir sürü yöntem vardı ruh çağırmak için. Zaten yaşadığımızen uç olay buydu. Mösyö Levent Yediği onca fırçadan sonra bir daha tövbe etti. :D

      Sil
  7. Hahhaaaha! Süpersin! Nerelere götürdün beni. Hay sen çok yaşa e mi. :D
    Sevgiler...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hahahahaaa! Anıları paylaşmak zevk veriyor :D

      Sil
  8. Ya gülmekten bana birşey oldu, hatta kardeşime bile okudum karnımızı tuta tuta güldük :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aman, dikkat, sonra ailelerinize ne hesap veririm ben? O kadar da gülmeyin canım :D

      Sil
  9. Sen var ya çok tatlı bir kadınsın hep gül ve güldür sen...
    Çok güldüm,Cihan'nın sonu ne oldu merak ediyorum ya .yazarsın bir gün onuda.
    Sevgilerimi ruhlarımla göndereyim bari...
    Öpüldünüz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Eneeem! Ben okulda bulaşmamışım ruhlara, şimdi başıma sardın ya! Oy ben nerelere gideyim, başımı hangi taşlara vurayım? Hahahaha! Ben de seni öpüyorum canım benim. Namı diğer Islak Cihan için şu kadarını söyliyeyim: Staj bitsin adımımı atarsam şerefsizim dediği hastanede ambulans şoförü olarak yıllarca çalıştı.

      Sil
  10. Merhabaa
    Okurken sürekli güldüğüm bir yazıydı gerçekten😊 benim bloguma da uğrarsan sevinirim

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba! Hoş geldin :) Gülmek güzeldir, güldürmek daha güzel :D

      Sil
  11. bir önceki bir sonraki yazına nerden geçiyoooz nasıl geçiyoooz bulamadım kiiii :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sayfanın en altında pembe kutuya bakıver cicim :D

      Sil
  12. Gece gece baya güldüm valla :) Mösyö Levent e alkışşş :) Herkes almış boyunun ölçüsünü :)))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Mösyö Levent sadecesınıfın değil, bütün okulun en fırlamasıydı :D

      Sil